15 Haziran 2025 Pazar

Bölüm 1: “Sanrı”

1.


“Sanrı”



 


"İnsanlar göründükleri gibi olmadıklarında kötü biri olurlardı, bir şeytan olduklarını her an haykırdıklarında değil.”

 


Live To See Tomorrow, David Chappell






7 Şubat 2024 



Kar yağdığı zaman şehir ölüm sessizliğine bürünürdü. Bütün sesleri yutar, insanı dilsiz bırakırdı. Bu düşünce aniden savunmasız hissetmesine neden oldu. Kar taneleri sükunetle ön cama düşerken, onun düşündüğü tek şey, içerisinde bulunduğu arabanın da bir şehir kadar sessiz olduğuydu. Verdiği en büyük mücadelenin daima sessizlik olduğunu düşündü. Hayatını mesken altında tutan, fırtınaların bir an olsun dinmediği bu yaşamın içerisinde, hasretini çektiği ve hiçbir zaman ona sahip olamayacağını bildiği tanıdık bir duyguydu, şüphesiz.


Çatık kaşlarının odağında arabanın çalışan silecekleri ve durmadan yağmaya devam eden kar yağışı vardı. Soğuktan nefret ederdi. Soğuk ona daima ruhunda donmuş bir kalple yaşaması gerektiğini hatırlatırdı. Oysaki o her zaman sıcağı sevmişti. Ve buna rağmen bir gece ansızın kendisini sonsuza dek soğuğun kollarına emanet ederken bulmuştu.


Bir eliyle direksiyonun hakimiyetini sağlarken, diğer eliyle de klimanın derecesini biraz daha artırdı. Sıcak iyiydi. Göğsündeki buz tutan hisleri çözemeyeceğini bilse de, sıcak iyiydi. Yeniden iki eliyle direksiyonu sıkıca kavradı. Dalgın bakışlarının gerisinde savrulan düşünceleri görmezden geldi. Unutmak zorunda bırakıldığı bu hayatın içerisinde, hatırlamayı başarabilen tek insan olarak yoluna devam eden bir bedenden daha fazlası değildi. Düşünmek ondan alıyordu. Ona bir şey kattığı hiçbir zaman olmamıştı.


Oysaki artık içinde alınacak hiçbir şeyin kalmadığını da biliyordu.


Araba yavaşça asfalt zeminde ilerlemeye devam ederken, sağa doğru sinyal verdi ve bakışları kısa bir an için kolundaki saatin sayacına düştü. Neredeyse gece yarısı olmuştu. Araç, siyah demir kapının önünde durduğunda kapının üzerindeki küçük düğmeye bastı ve yavaşça camın aşağı inmesini bekledi. Yüzüne vuran soğukla birlikte dişlerini sıktı ve bakışlarını önündeki demir kapıdan bir an olsun ayırmadı.


Güvenlik kulübesindeki adam, gördüğü tanıdık sima ile birlikte hiçbir şey söylemeden önündeki tuşa basarak kapının yavaşça açılmasını sağladı. Camı kapattı ve açılan kapıdan içeri doğru girdi. Karanlık gecenin içine düşen kar taneleri, önündeki yolu aydınlatan aracın farlarına doğru süzülürken, bu görüntünün bir peri masalının içerisinde yaşıyorlarmış gibi dünyaya küçük bir illüzyon yarattığını düşündü.


Oysaki biliyordu. Dünya, içinde "bir varmış bir yokmuş" diye başlayan masal kitaplarına ait olamayacak kadar kötülük barındırıyordu.


Genç adam kontağı kapattı. Lüks aracından inerek kapıyı ardından kapattı. Yüzünü eşeleyen keskin soğukla birlikte paltosunun yakalarını yukarı doğru kaldırdı. Kuzguni siyah saçlarına düşen kar taneleriyle birlikte içini derin bir hüzün kapladı. Botlarının çıkardığı tok sesler eşliğinde ilerlerken dik tuttuğu omuzlarını düşürdü. Gece yarısının sessizliği sırtındaki yüklerin arasına binmişti. Dipsiz bir kuyudan farksız olan bakışlarını gökyüzüne doğru çevirdi. Düşen kar taneleri kirpiklerine tutunuyor ve kendilerine bir yol çizerek çenesine doğru süzülüyordu. Derin bir nefes verdi usulca. Gözleri yeniden kolundaki saate düştü. Akrep ve yelkovan, zamanın geldiğinin habercisiydi.


Sırtını arabanın kapısına doğru yasladı. Siyah paltosunun cebinden çıkardığı paketin içerisinden bir dal çekti ve soğuktan kızarmış olan dudaklarının arasına sıkıştırdı. Bir elini sigaranın ucuna doğru siper etti. Bakışları zippodan çıkan ateşin tutuşturduğu sigaranın ucundaydı. Çenesi içeri doğru göçerken derin bir nefes çekti içine. Eş zamanlı olarak kafasını yeniden gökyüzüne doğru kaldırdı ve dudaklarının arasındaki dumanı serbest bıraktı. Uzun zamandır zihninde onu meşgul eden bir isim vardı. Hatta öyle ki, hayatı boyunca tutkuyla sarıldığı mesleği dışında hiçbir şeyin zihninde bu kadar yer edinemeyeceğini düşünmüştü. Ancak bu, onun için büyük bir yanılgıydı; artık biliyordu. 


Rüzgar, keskin bir bıçak gibi yüzünü eşelemeye devam ediyordu. Arada sırada soğuktan yaşaran gözlerini kısarak karşısında duran sokak lambasını izliyordu. Harabe bir ruha sahip olmasaydı, huzurlu bir sessizliğin koynunda uykuya dalmak üzere olduğunu bile düşünebilirdi. Orada ne kadar zamandır hareket etmeden durduğunu bilmiyordu. Kaçıncı sigarasını söndürdüğünü ve yeniden yaktığınından bile emin değildi. Sigarayı tutan parmakları, o gece ilk kez kulaklarına dolan telefonunun melodik tınısıyla birlikte duraksadı. Bu gece, diğer bütün gecelerin üzerine gölge düşürecek kadar büyük bir karanlığa savrulacaktı. Bunu telefonu açarak kulağına yasladığında anlamıştı.


“Sana ulaşan zarfın içindeki bilgileri teyit ettirdim. Bütün bunlar eline nasıl geçti bilmiyorum ama kaynakların hepsi doğru.”


Sessizlik. Kulaklarına yeniden ağır bir sessizlik doldu. Karşı tarafın söyledikleriyle birlikte mümkünmüş gibi çatılan kaşları biraz daha çatıldı. Telefonun etrafına sardığı parmakları soğuktan mı yoksa uyguladığı orantısız gücün etkisiyle mi beyazlamıştı, emin olamıyordu. Bitmeye yakın olan sigarayı dudaklarından ayırdı. Hâlâ yanmaya devam eden dalı karların arasına doğru fırlattı. Ve ateş, böylece yeniden soğuğa yenik düştü.


Derinden gelen bir sesle, “Kimin gönderdiğini öğrenebildin mi?” diye sordu.


Karşı tarafın cevap vermeden önce verdiği sıkıntılı nefesi işitti. “Yollayan kişinin kimliği belirsiz.”


Sırtını yasladığı arabadan ayrıldı. Gökyüzüne kadar uzanan binaya girmek üzere sert adımlarla ilerlerken, “Kim olduğunu bulmadan bir daha sakın beni arama.” diyerek hızlıca telefonu kapattı. İki yana açılan cam kapıdan geçti. Resepsiyon kısmında oturan kadın kendisini görmesiyle ayağa kalktı ve “İyi akşamlar,” dedi. Gözlerini kısa bir an için kadının olduğu tarafa doğru çevirdi ve onu selamladı.


Zihnindeki çarklar yeniden uzun zamandır kazılı olan o ismin üzerinde durdu. Ondan başka bir şey düşünemez hale gelmişti. Asansörün kapıları kayarak iki yana açıldığında vakit kaybetmeden içeriye doğru ilerledi ve tuşların üzerindeki yirmi yedi rakamını tuşladı. İvme yukarı doğru hareket ederken bakışları aynadaki yansımasına takıldı. Otuz iki yaşındaydı. Kariyerinde zirvede olduğu bir mesleği vardı. Hatrı sayılır çevresinin daima parmakla gösterdiği bir insan olmanın nasıl hissettirdiğini düşündü kendini izlerken. Yarattığı boşluğu eşelemek dışında hiçbir şey yapamadı.


Kardan ıslanan saçlarını eliyle dağıtarak, yorgun gözlerine bakmaya daha fazla tahammül edemiyormuş gibi aynadaki yansımasına sırtını döndü. Gökdelenin son katına geldiğinde asansörden indi ve koridora doğru adımladı. Ona ait olan kapıyı açarak içeri girdiğinde hareketleri oldukça telaşsızdı. Paltosunu çıkarıp koltuğun üzerine gelişigüzel bir şekilde fırlattı. Bedenini saran beyaz gömlekten ve siyah kumaş pantolondan ne kadar bunaldığını bilmesine rağmen yaptığı tek şey, sayısız içkinin bulunduğu standa doğru ilerlemek, aralarından en sert olanı almak ve kristal bardağa boşaltmaktı. Şehri ayaklar altına alan boydan camların önüne doğru ilerlediğinde, bir yandan da boşta kalan eliyle gömleğinin manşetlerini açarak kollarına doğru sıyırıyordu.


Şehrin içindeki binaların üzerindeki yanan parlak ışıklar, buradan bakıldığında kendisinin de içinde bulunduğu bu yerin sahibiymiş gibi hissetmesine sebep oluyordu. Oysaki o, kendi hayatının bile iplerini elinde tutabildiğinden şüpheliydi. Bardağı dudaklarına yasladı ve yakıcı alkolden bir yudum aldı. İçindeki soğuğa iyi gelebilen tek yangın olduğunu düşündü. Ve bu his, saatler sonra dudaklarında ufacık da olsa bir tebessümün yegâne sebebi haline geldi. Bakışları karanlık odanın içerisindeki cam sehpanın üzerinde duran zarfa takıldı. Dün gece isimsiz bir kişi tarafından kapısına bırakılmıştı. İçerisinde ne olduğunu elbette biliyordu. Hatta orada yazanların kendisi için yabancı olmadığını da biliyordu.


Bilmediği tek bir şey vardı: Neden ona gönderilmişti?


Yüreğinde filizlenen tedirginlik hissiyle bakışlarını zarfın üzerinden çekti. Ne zaman kendisini tehlikenin kucağına bırakacakken bulsa, kulaklarında yankılanan bir ses olurdu. Bu ses babasına aitti. Ve her zaman kendisine şöyle derdi: “Birini güçlendirmenin en iyi yolu, onu yok saymaktır, oğlum. Yok sayılan her insan, kendini var etmenin bir yolunu bulur. Çünkü var olmaya karşı hakiki bir nedeni olan herkes, tutunmak için tüm varlığını ortaya koyabilir.”



Unutulmaya yazılı olan her ruh, yok sayılmaya inat yaşamaya devam ederdi.


Bardağın içindeki son yudumu da kafaya dikti. Sehpaya doğru ilerledi ve kendisi için bir silahtan farksız olan büyük zarfı eline aldı. İçerisindeki beyaz kağıtları çıkardığında içlerinden birisi vardı ki kalbinde bir ihtilalin gerçekleşmesine sebep oluyordu. O sebebi, diğer kağıtların arasından çekip çıkardı ve gözlerinin önüne serdi.


Beyaz sayfaların üzerinde yazılı olan sayısız bilgi vardı. Ama onu ilgilendiren tek şey, sol üst köşede duran bir fotoğraf karesinden ibaretti. Olduğu yerde hareketsizce durarak, ezberlediği ismin sahibine baktı.


Korktu.


Üç saniyeden fazla bakarsa ismi gibi yüzünün de zihnine kazınmasından korktu. Ancak boşuna bir çaba olduğunu henüz bilmiyordu. Önce fotoğraf karesindeki kızın kuzguni siyah saçlarını inceledi. Daha sonra yeşilin en koyu tonuna sahip gözlerine baktı. O gözlerde, ruhundaki acıları saklamak için dünya ile arasına çekmiş olduğu görünmez perdenin izlerine rastlarken buldu kendini.


İnsanın ne olursa olsun yürümek zorunda olduğu yollar vardı. Adını koyamadığı ancak anlamını bildiği bir cümleyi zihninden tekrar ederken düşündüğü tek şey bundan ibaretti. Belki o da kendisi gibi bir yerlerde durmuş, peşini hiç bırakmayan geçmişini izliyor olabilirdi. 
Çünkü hayat böyle bir şeydi. İnsanın inandığı yoldan sapması, yolunu kaybetmesine sebep olurdu. Ancak kimse yolundan sapmak istemezdi. Kimse alıştığı yerlerden vazgeçemezdi. Ve kimse kendini kaybetmek istemezdi.


Yalnızca yaşadığı hayatı değil, benliğini de kaybedeceğini bile bile elindeki fotoğraf karesine bakmaya devam ederken, kendisini telefonun ekranında birkaç tuşa basarken buldu. Kısa bir bekleyişin hemen ardından karşı taraf ikinci çalmasında aramaya cevap verdi. Ne denli sessizliğin içerisinde olduğunu fark edip, boğazındaki yumruyu yok etmek adına birkaç kez yutkunmak zorunda kaldı. Az sonra dudaklarından dökülecek kelimelerin geri dönüşü olamayacağının bilincindeydi.


Elinde duran kağıda son kez baktı. Kulağında yankılanan babasına ait sözler vardı. Ancak gördüğü bu yabancı yüzün, bütün sesleri bastırabilecek güçte olduğunu fark etti.


Ve bu histen şimdiden nefret ettiğini düşündü. “Cumhuriyet başsavcısını ara,” zihnindeki ismin yanına çoktan eklenen bir çift yeşil göze bakmaya devam ediyordu. “Ve ona davayı kabul ettiğimi söyle.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bölüm 5: "Başladığın Şeyi Bitirme İradesi"

5. “Başladığın Şeyi Bitirme İradesi” ༄ “Derler ki; hayat var olmaktan ve yok olmaktan ibarettir. Sanmayın ki yaşam bir nimettir.  O size ver...